21 Haziran 2017 Çarşamba

Hangimiz Ucube?


Tahmin edebilsem de, tam bir karşılığını bulamıyorum insanların zihninde kendimin.
Onların zihinleriyle bir bütün olup, kendimi görmeyi diliyorum; ütopyaları düşlüyorum.

Garip olan ne biliyor musunuz?
Ben kendimin sıradanlığından sıkılmışken,
Herkesleşmiş çehremin yorgunluğundan bu denli tükeniyorken;
“Diğer” olan herkesin hayretle beni izlemeleri.

Kimisi nefretle, kimisi şaşkınlıkla bakıyor.
Mavi saçlı, cinsiyet ifadesi androjen olan, piercingli bir genderqueer taşranın sokaklarında; bez çantasıyla.

Saçlarım mavi olmadığında,
Piercinglerim çıktığında,
Saç modelim tekdüzeleştiğinde,
İşte o zaman kendimi farklı hissediyorum.
Utanıyorum insan içine çıkmaya.
Asıl o zaman tüm bakışlar batıyor,
Çünkü ben de kendime yabancılaşıyorum…

Cevabını bildiğim bir soru beliriyor aklımda,
Ucubelik dediğimiz öznenin kendisinde midir?

Özneye atfeden zihniyetlerde midir?

26 Mart 2017 Pazar

Zavallı Umutlar



Kulağımda melodiler var yalnızca…
Küçük hüzünler, bazen umutlar fısıldayan…

Diyor ki,

  “şüphesiz, aşk için çok gururluyum

Lykke Li devam ediyor,

  “sanırım ufacık bir damlayım, ufacık
   senin için aşkta ufacık bir damlayım…”


Ve…
Vazgeçtim ben…

Anlaşılmayı beklemek çok küstahça artık...
Hayalini dahi kuramayacağım kadar ütopik bir gerçeklikte birinin ruhuna dokunabilmek.
O yüzden bazen Pessoa’nın satırlarında, bazense Lykke Lİ’nin sesinde var olabiliyorum yalnızca…


Yaşamaya mecbur edildiğim hayattan doğmuş zavallı umutlarım benim...
İstemeden varım, istemeden öleceğim. 
Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.



16 Eylül 2016 Cuma

Ucubenin Güncesi



Eskiden neden var olduğuma dair bazı cevaplar verebilirdim.
Cevaplarım tükendi artık.
Ben tükendim artık.

Aynaya baktığımda kocaman bir boşluk görüyorum.
Yalnız, sevimsiz bir boşluk.
Bir U-C-U-B-E.

Uzun zaman önce yolumu kaybettim.
Bulmaya da çalışmadım o zamanlar. Şuan ise yolumu bulmaya çalışırken daha çok kayboldum.

Yalnızlık nefesimin her zerresinde artık.
Bedenim yalnızlığımın yakıcılığı karşısında hissizleşti.
Kalbimin attığını dahi hissetmeden geçen günlerin anlamsızlığı ve sevgisizliği,
Tüm benliğime meftun olmuş bir çaresizlik.

Sadece acıyorum kendime.
Hiçliğime.
Hiçliğe dahi sahip olamayan hiçsizliğime.

Beni kim sever?
Niye sever?
Kocaman bir hiç dahi değilim
Sadece bir ucubenın güncesiyim.



28 Ağustos 2016 Pazar

Depresyon ve 2 Aldatılma; Zafer yine de benim!

Çok uzun zaman oldu yazmayalı.
Çünkü tüm enerjim nefes alabilmeme ancak  yetiyordu belki...

En son yazdığım döneme baktım da hayatım ne çok değişmiş. Pembe diziden farkı yok yaşadıklarımın...

Depresyonda olduğumu kabullenip tedaviye başladığım dönemlerdi... O zamanlar hayatımda olan sevgilim aynı dönemde beni terk etmeyi uygun görmüştü, ilaçla falan değişeceğime inanmıyordu...
Hatta hiç vakit kaybetmeden hayatına kaliteden eser bulunmayan bir çocuk aldı.
Komik yanı da birbirlerini öyle çabuk benimsediler ki, yeni sevgilisi hiç çekinmeden benim psikolojik sorunlarım ve kullandığım ilaçlarla dalga geçebiliyordu...
Seda Sayan'dan alıntılar yaparak da kalitesini ortaya koyuyordu...
Tabii ki muhattabım dahi almamıştım.
Fakat bunlara izin verilmesini de sindirmem çok zaman aldı. Kendime kızdım hayatıma aldığım insanların kalitesizliğine bakarak...

Tüm bunların ardından da başka trajik bir ilişki yaşadım...Başka bir yazımda bahsedeceğim...

Bir yıl içinde 1 tane çok ağır bir depresyon tedavi süreci, iki aldatılma hikayesi ve 40'tan fazla yatak hikayesi biriktirdim.

Her yaşadığımı atlatabilmek adına daha fazla kalabalıklara girdim, farketmeden daha çok yalnızlaştım...

Şimdi ise elimde tek bir zafer var... Artık öfke nöbetlerim veya depresyonum yok.. Kocaman bir yalnızlığım ve tükenmişliğim var yalnızca...

Yine de en son gözyaşlarıyla yazı yazarken burada, şimdiyse ifadesizliğimle var oluyorum...

En güzeli de canımı yakan herkesi bir şekilde geride bırakabilmişken, onların hala benden izler taşıdığını ve bir çok şeyi atlatamadıklarını biliyorum...

Vicdanım rahat.

Yeniden buradayım, bekleyin :)

10 Ocak 2016 Pazar

Yalnızlık öldürüyor seni...



Vurmuyor yüzüne eskisi gibi sanki
Güneşin ısıtmıyor içini
Gelmiyor içimden uzatmak ellerini
Ellerin tutamıyor bir kalbi

Bir kağıt, bir kalem, bir yanmış, bir sönmüş, bir bitmiş sigara
Hayatın bu...
Sökülmüş, atılmış, kırılmış, dökülmüş hep paramparça
Yolun sonu bu...
Yalnızlık...


Saklandığın o küçük delikte buluyor seni
Yalnızlık

...
Sıkıştığın o küçük evinde vuruyor seni
Yalnızlık öldürüyor seni
Öldürüyor beni

Yalnızlık çağının kalbi kırık çocukları
Yalnızlık o simsiyah ellerinde
Yalandan ninnileriyle büyütüyor bizi...



13 Ekim 2015 Salı

Tanrılar Okulu (The School For Gods)


Hey, Çok heyecanlıyım!

Okuduğum bölümden dolayı hep kitaplarla iç içeyim. Fakat çoğu kendi seçimlerim dışında okumam “gereken”, akademik dili ağır basan eserler. Zaten onlar olmasa dahi heyecanla satın aldığım bir kitap olmadı bir süredir.

Her neyse…
Geçtiğimiz hafta buhranlı dönemlerimden birini yaşıyordum ‘yine’. Kendimi oyalamak ve peşimi bırakmayan yalnızlığımdan biraz olsun sıyrılabilmek adına kendimi kitapçılar sokağına attım. Artık yerlerini bile ezberlediğim, bir çok kez karşılaştığım kitapları tekrar tekrar inceliyordum. Çok uzun zaman olmuştu kitap rafları arasında veya sahaflarda aylak aylak dolanırken beni gerçekten heyecanlandıran bir kitapla karşılaşalı.  Birkaç kitap seçtikten sonra kasaya doğru ilerledim;  ismiyle de, kapağıyla da beni çok heyecanlandıran bir kitap resmen bana bakıyordu;  “TANRILAR OKULU”



Bir süre önce gözüme çarpan, incelemeye vakit bulamadığım bir kitaptı aslında. Sonrasında ismini hatırlayamadığım için bulamamıştım. Karşıma da çıkmamıştı üzücü bir şekilde.

Kitabı gördüğüm an melankolik ruh halimden az olsun uzaklaştım. Kitabı elime aldım ve tanıtım bültenini okumaya başladım. Beni karşılayan cümleyi gördüğüm an, kitabı almak için ikna olmuştum zaten;

“Hayat; tıpkı bana yaptığı gibi, sizi de, bir mengenede soluğunuz kesilinceye kadar sıktığında, sizi içinden çıkamayacağınız hayal kırıklıklarına uğrattığında ve hiç bir çıkış yolu bulamadığınızda... işte ancak o zaman bu Kitap, biranda elinize geçecek ve sizi bulacaktır.

İsmiyle, tasarımıyla ve tanıtım bülteniyle belki de tam bir pazarlama harikasıydı, bilemiyorum. Yine de beni heyecanlandırmaya yetti veya bu zor dönemi atlatmak adına en ufak şeyden etkilenmek için hazırda bekliyordum :)

Kişisel gelişim okumayı çok severim. Tabi “10 Adımda cartcurt” tarzı kitaplar değil kişisel gelişimden kastım. Felsefi bir derinliği olan veya inanç sistemlerinin temelinde yatan öğretilerle beslenmiş kişisel gelişimlerden bahsediyorum. Gördüğüm kadarıyla “Tanrılar Okulu“ da tam istediğim gibi felsefi öğretilerden yola çıkan, sorgulayıcı tarzda bir kişisel gelişimdi.

Kitabı en yakın zamanda okumaya başlayacağım. “Tanrılar Okulu”ndaki eğitimim sona erdiğinde de ilk işim yeni öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak olacak. Umarım hayal kırıklığına uğramam, uğratmam  :)

Yazımı kitabın yazarı Stefano E. D´Anna  ‘dan bir alıntıyla tamamlamak istiyorum;

 “Özgürlük yolunda atılması gereken ilk ve en zor adım, bu korkunun kişinin tüm yaşamına despotça egemen olduğunu kavramaktır. 

Ütopik Sosyolog

11 Ekim 2015 Pazar

Kronik Yalnızlık




Hepimizin sorunu değil miydi kronik yalnızlıklarımız?

Kendimden bahsederken söylediğim var ya, "hiçlikte var olmaya çalışan..." diye; işte o "hiçlik" yalnızlığımın ta kendisi.


Düşünüyorum da…


Mutlu olmak için kimseye ihtiyacımız yoktu aslında. Kendimizle mutlu olmayı başarmak çok zor olmamalıydı. Peki neden başaramıyorum... Cevap çok netti, ya kendimle iyi anlaşamıyorsam?


Ben henüz kendimle anlaşamazken, kendi içimde kocaman çatışmalarım varken başkalarıyla nasıl mutlu olabilirdim ki?


Aynaya baktığımda gözlerindeki ışığı ve yaşam sevincini kaybetmiş küçük bir çocuk görüyorum.Kendisiyle bitmeyen kavgaları olan, çok kırılgan ve çok korkmuş bir çocuk… Her gecen gün daha huzursuz bir surat karşılıyor beni. Yorgun ve bıkkın ruhumun bedenime yansımış hali midemde bir ağrı ve bulantı yaratıyor her yüzleştiğimde.


Heteroseksüellerle dolu çevremde anlaşılmayı beklemek mi yordu beni bu kadar? Yoksa bir turlu rayına oturtamadığım uzak mesafe ilişkim mi? Ya da toplum tarafından tiksinilen aşk hayatım mıydı bu bulantıya sebep olan?


Bu sorulara net cevaplar veremiyorum. Bu soruların ve daha fazlasının üstünde bol bol sohbet edeceğiz aslında. Fakat bunun gibi onlarca soru yüzünden her geçen gün daha da yalnızlığa mahkum ediyorum kendimi sanırsam.


Yine de biliyorum ki, bu kelimeler benden sizlere ulaşırken, bir yerlerde beni anlayacak kimseler var. İşte bu yüzden hiçlikte “var olmaya” çalışıyorum hala… Bir gün birileri tarafından anlaşılmak umuduyla…



Ütopik Sosyolog